ASİMİLASYON POLİTİKALARI

Asimilasyon, bir toplumun kimliğini oluşturan dil, kültür, din ve sosyal yapının sistemli uygulamalar yoluyla değiştirilmesi veya zayıflatılması sürecidir. Çin "HALK " Cumhuriyeti'nin "yasal" yollarla Doğu Türkistan üzerinde uyguladığı asimilasyon çeşitlerini  sosyal, politik, kültürel, dini olarak dörde ayırmak mümkündür.


SOSYAL ASİMİLASYON

Çin’in “zorunlu eğitim” adını verdiği kamplar, yalnızca birer kapatma mekânı değil; Uygurları ailelerinden koparan, kimliklerini yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan ideolojik laboratuvarlardır. Bu yapılarda bireyler, devletin kendi algısını dayatan uygulamalara maruz bırakılmakta; kimi zaman ücretsiz ve ağır çalışma koşullarına zorlanmaktadır.

Toplama kamplarının varlığı, yalnızca Uygurların değil, Kazak Türklerinin de bu yapılara alınmasıyla dünya gündemine taşınmıştır. Doğu Türkistan’daki yakınlarından haber alamayan Kazakların Kazakistan Dışişleri Bakanlığı’na yaptıkları ısrarlı başvurular, diplomatik bir krizin eşiğini oluşturmuş; böylece kampların varlığı tüm dünya tarafından inkârı mümkün olmayan bir gerçeklik olarak görülmüştür.

Bu baskı sonucunda Çin, yıllarca reddettiği bu yapıların varlığını 2018 Ekim’inde kabul etmek zorunda kalmıştır. Şincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümeti Başkanı Shohrat Zakir, Xinhua’ya verdiği röportajda bölgede “mesleki eğitim ve öğretim programlarının” uzun süredir yürütüldüğünü iddia etmiş; kampları “radikalleşmeyi önleme, ortak dili öğretme ve mesleki beceri kazandırma” amacıyla kurulduğu tezleriyle savunmuştur.
Oysa belgeler, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir etnik-dini topluluğun bu denli kitlesel ve sistematik biçimde hapsedilmediğini göstermektedir.

Batılı kaynaklara göre bölgede yaklaşık 1.200 kamp bulunmaktadır; bu rakam, hemen her Uygur ailesinden en az bir kişinin bu yapılarda tutulduğu anlamına gelmektedir. Resmî belgelerde “gönüllü katılım” denilse de içeride uygulanan eğitim, yaptırımların dilinde açık bir cezalandırmadır.

Uygurların zorla çalıştırılması ise baskının yeni bir evresidir. Çin, yıllar boyunca dünyanın eleştirilerine rağmen bu kampları faal tutmuş; son dönemde politikayı değiştirerek “rehabilite ettiği” bireyleri kitlesel biçimde işgücüne sürmeyi tercih etmiştir. 2000’li yıllardan itibaren pilot uygulamalarla denenen bu yöntem, Çin’in artan ekonomik gücüyle birlikte devasa bir işgücü projesine dönüşmüştür.

Kamplarda “yeterli eğitim” aldıkları iddia edilen Uygurlar iki gruba ayrılmaktadır:
Bir bölümü ailelerinden koparılarak Çin’in çeşitli bölgelerine gönderilip insanlık dışı koşullarda çalıştırılmakta; diğer bölümü ise kampların hemen yanında kurulan dev fabrikalarda açlık sınırında çalışmaya zorlanmaktadır. Bu fabrikalar, kampların birer uzantısı gibi işlev görmekte; ağır çalışma temposu “zorunlu eğitimin” bir parçası olarak sunulmakta ve çoğu zaman hiçbir ücret ödenmemektedir.

Çin, ekonomik ve siyasal nüfuzunu küresel ölçekte genişletme iddiasında Uygurları bir engel olarak görmekte; “terör ve aşırılıkla mücadele” söylemini bu sert politikaları meşrulaştırmak için kullanmaktadır.

Uygur evlerine Han Çinlilerinin yerleştirilmesi ise denetimin en mahrem alana kadar uzandığını göstermektedir.
2016 sonunda başlatılan “Aile Olmak” projesi kapsamında Han Çinlisi kamu görevlileri, Uygur ailelerin evlerine “akraba” sıfatıyla yerleştirilmekte; bu kişiler devlet adına gözlem yapmakta ve her bir davranışı raporlamaktadır.

Bu “misafirlerin” devlet için topladığı bilgiler, mahremiyetin tüm katmanlarını delmektedir:
Devlet ve Çinlilere karşı tutum, sofrada içki veya domuz eti olup olmadığı, dua edilip edilmediği, ibadet alışkanlıkları, sakal ve tesettür, evde dini kitapların bulunup bulunmadığı, hatta evde gizli bir bölme olup olmadığı…
Elektrik ve su kullanımından gece yanan ışığa kadar her ayrıntı kayıt altına alınmaktadır.

Ramazan ayı yaklaşırken Müslüman mahallelerine sadece bu dönem için yerleştirilen görevliler ise sahura kalkanları, gece mutfaktan gelen sesi, ibadet işaretlerini devlete bildirmektedir. Bugün gelinen noktada, bu baskı sonucu oruç tutmama alışkanlığı toplum içine yerleşmiştir.

Zorla evlendirmeler, Doğu Türkistan dışına çalışma bahanesiyle gönderilen gençler ve milyonlarla ifade edilen zorunlu göç, bölgenin nüfus yapısını derinden sarsmaktadır. Uygurların terk etmek zorunda bırakıldığı köylere, kasabalara ve şehirlere Han yerleşimciler geniş imtiyazlarla yerleştirilmekte; ücretsiz konutlar, araziler ve iş garantileri sunulmaktadır.
Her yıl yaklaşık 250.000 Han Çinlisi bölgeye taşınmakta; Uygurlar ise ağır vergiler ve mülksüzleştirme politikalarının baskısı altında yaşamaya çalışmaktadır.

“Karışık evlilikleri” teşvik etmek için medyada romantik hikâyeler pazarlanmakta; fakat gerçekte bu evliliklerin pek çoğu, ailelerin ve özellikle kadınların baskı altında bırakılmasıyla gerçekleşmektedir. Bu evlilikleri reddetmek dahi “aşırılık” olarak nitelendirilebilmekte; birçok aile, bu nedenle toplama kamplarıyla tehdit edilmektedir.